Zeytinyağlı Yiyemem Türküsü
Özellikle sanayi devriminden sonra dünyada baş döndüren gelişmeler oldu. Sanayileşen ülkeler hızla sömürgelerini genişletmeye başladı. Tarım toplumları sağlıklı beslenirken sanayi toplumları sağlıksız beslenmelerle karşı karşıya kaldı. Fabrikalarda çok ucuza üretilen gerek giyim gerekse gıda ürünleri başlangıçta tüm insanlar tarafından soğuk karşılandı ve rağbet görmedi. Tabii ekonomisini artık sanayi üzerine kuran ülkeler bu büyük sorunu yazılı ve görsel basın ile aşmayı planladı. Anadolu halkı tarım toplumlarının önde gidenlerinden idi. Her türlü gıda ihtiyacını topraktan doğal yollarla alır, yazın yetişen sebze ve meyveleri kurutur kışın da tüketirdi. Anadolu tahıl ambarıydı. Özellikle Konya tüm ülkemize yetecek kadar buğday üretir ve 5 yıl savaşta kalacak olsak bile sıkıntı çekmeyecek durumumuz vardı. Zeytinyağı, tereyağı kısaca hayvansal ürünlerle beslenir ve ortalama 90 yaşına kadar yaşardı. Zeytinyağı dertlere devaydı. Ekmeği zeytinyağına banıp yerdi. Fakat bir gün uzak çok uzak ülkenin birinde mısır depoları ağzına kadar dolmuştu ve o ülke bu mısır dağlarını nasıl kendi yararına kullanacak bunu düşünmeye başladı. 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketi olan Marshall Planı ile aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı aldı. ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir. ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmişti. Marshall yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıydı. Bu çerçevede azar azar gazete ve dergilerde doktorların açıklamaları başladı. Halk hiç bilgisi olmadığı muhteşem(!) bilgiler edinmeye başlar. Bu bilgilerin (!) başında zeytinyağının kolesterol deposu olduğu, damar sertliği yaptığı, damarları tıkayıp kalp krizine yol açtığı, nefes darlığı yaptığı ve daha fazlasını o bilge (!) doktorlardan duymaya ve kulağımız alışmaya başladı. Köylü kadınlarının şehre inen kocasına siparişleri “Herif basma fistanı unutma” üzerine iken Bursa yöresine ait “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmada fistan giyemem aman, senin gibi cahile, ben efendim diyemem aman” Türküsü dillerde dolaşmaya başladı. Bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’ dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmişti. (THM Repertuar numarası 1133). Batılı aydınlar Türk toplumunun Türkülere ne kadar bağlı olduğunu iyi bildiklerinden bir şekilde bu türküyü üretip dilden dile dolaşmasını sağladı. O tarihlerden sonra televizyonun da gelişmesiyle reklam filmlerinde ilk margarin reklamları görmeye başlandı ki olağanüstü bir şeydi(!). çok sağlıklı(!), besleyici(!) ve daha saymakla bitmez mucizeleri vardı. Oysa halk aldatılıyordu, sağlığı tehdit altındaydı tüm ülkenin ekonomisinin tehlikede olduğu gibi… Yukarıda da değindiğim gibi gerçek şuydu; Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketiydi ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştı. ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir. ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir. Marshall yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır (Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966). Buna koşul olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kuruldu. Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alındı ve mısırözü yağı TL karşılığı satıldı. Son sürat sökülen zeytin ağaçlarının yerine yine ABD’nin teşvikleriyle ve yönlendirmesiyle tütün ekilmeye başlandı. Ekonomisi güçlü ülkelerin istekleri bitmedi silah fabrikamız kapatıldı. Uçak fabrikamız kapatıldı. Hepsinin geçerli (!) nedenleri vardı. Çünkü ABD bize her ihtiyacımızı ucuza veriyordu yani neden çok maliyetli fabrikalar kuralım ki?(!) Oysa halk yine büyük bir tuzağın içine çekilmişti. Bunların gerekçeleriyle diğer her şeyin gerekçesi aynıydı. Mustafa Kemal’in İzmir İktisat Kongresi’nde söylediklerini ⊗…den dinleyen siyasetçilerdi. Bugün her ne şekilde olursa olsun yine ABD’nin İngiltere’nin sözü geçiyor, geçiyor geçmesine de son yıllarda bilinçli siyasetçilerin de artmasıyla ve halkın da artık daha az koyun olmaya başlamasıyla birlikte daha fazla sinsi plan yapmaya mecbur kalıyorlar. Hâsılı çocuklar için bir sektör oluşturmak bir oyuncak satmak isteyenler önce çizgi filmlerle o oyuncakları tanıtıyor sonra çocuklara istersen alma… Aynen öyle de Şarkılarla türkülerle bilinçaltımıza yerleştirilenleri gerçek sanmaya başlıyoruz. Düşünsenize 30 yaşlarında olanlarınız annelerinize sorun “zeytinyağı zararlıymış anne ne dersin?” “deyin “heydi bre döyyüs zararlımış, yörü get” demez mi? Elbette der… Bu Türküyle bir de köylü şehirli kadın tiplemeleri ortaya çıktı köylü kadınlarını aşağılayan ve şehirli kadınlara özendiren filmler yapılmaya başlandı. Köylerden şehirlere hızla göçler başladı. Tarım üretimi dibe vurmayla karşı karşıya kaldı. Rahmetli Bülent Ecevit gözler önüne Atatürk’ün Köy-Kent projesini koydu ancak ABD ve ekonomi müttefikleri bunun hayata geçmesini, konuşulmasını bile engelledi. Anadolu coğrafyasında halkların bir arada yaşamasını içlerine yüzlerce yıldır sindiremeyen ekonomi müttefiki ülkeler Türkiye kalkınma çabası içerisine her girmeye çalıştığında kitleleri birbirlerine düşürdüler. Sürekli iç meselelerle meşgul olan toplum ilerlemek bir yana dışa bağımlı hale gelmeye müsait oldu. Öyle ki kendi ordusu kendi başbakanını ipte sallandırdı. Kendi askerleri kendi halkına zalimlik yaptı. Kendi komutanları krallar gibi yaşamaya ve emir geldiğinde halkı, kaosla korkutmaya başladı. Daha ileri giderek 1980 öncesi kaliteli eğitimli ve okumayı seven gençleri sağ sol oyunlarıyla biri birilerine öldürtüp sağ gösterip sol vurdu. Kendi fikir dünyasında ülkesini seven herkesi sanki başka ülkenin askerleriymiş gibi zulme maruz bıraktı. Gençler kayboldu. Biz biliyoruz ki. 1938’den 10 yıl sonra Türk ordusu, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ordusu değildi. Bugün nasıl ki El Kaide denen örgüt Müslümanlıkla ilgili değilse ve onu kim var ettiyse orduda aynıydı. Hatta bu devletin okulu olan İmam Hatip Liselerinde okuyan benim gibilere askeri liselere giriş sınav evrakları bile verilmedi, neden? Türkiye sanki kabile devletine dönmüştü. Şimdi 70 yıllık boynu bükük halk el ele birlikte kalkınacak. Zeytinyağı ile çünkü üretim tekrar canlanıyor. Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısırözü yağına ve margarine alıştırıldı. Bu amaçla zeytinyağı ısınırsa kanser yapar gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmadı. Hâlbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir.
Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman…” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler Türküsü yapılır. Katı yağ/margarine mahkûm edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç hâle getirilir. Kıtlıkla yüz yüze kaldığında yağ kuyrukları oluşur. Basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır, sağlıklı giyinen kadınlarımızın üzerlerinde de artık kimyasallar gezinmeye başlar. Hey on beşli on beşli türküsü aslında bir “ağıt”tı. Oysa nasıl oldu bilinmez (!) o ağıt yıllardır düğünlerde göbek atmak için çalınır. Ben o Türküye oynayanlardan tiksinirim. O ağıt öylesine hüzünlüdür ki savaşa giden çocukların arkasından yakılmıştır. Halk bundan bihaber mi? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey gerçekte o Türküyle oynamak bir kenara göbek atma havasında söylemesi bile ağıt yakılacak bir durum. Kaşların arasına domdom kurşunu değdi, bu türküye de göbek atılıyor, oysa bu Türkünün de 1980’li yıllara dayanan acı anısı var hem ülkücüler hem solcular bunu bilir. O Türkü de bir ağıttır.
Maalesef onu da nasıl olmuşsa göbek attıracak hale getirmişler. Ormancı, Türküsünün de öyküsü farklı değil bir katilin öyküsüdür. Ancak o da düğünlerin vazgeçilmezlerinden olmuştur. Türkülerden söz ederken Kemal Karaömeroğlu’nun “Benim Türkülerim özgür olmalı” adlı şiiri aklıma geldi, nede güzel söylemiş. Ayrıca Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun; “Ah bu türküler Türkülerimiz Ana sütü gibi candan Ana sütü gibi temiz Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla Köyümüz, köylümüz, memleketimiz. Ah bu türküler, Köy türküleri Dilimizin tuzu biberi Memleket ahvalini onlardan sor Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni… Ben türkülerden aldım haberi.” Türküler toplumda vazgeçilmez bir yere sahip, bu nedenle toplumun geleneklerine aykırı sözler içeren Türkü duyarsanız bilin ki uydurmadır…
Zeytin yağlı yiyin, basma, fistan giyin…
Sayın Mahmut Özkoca’ya bu güzel yazısı için teşekkürler. Terra Bergama
http://blog.milliyet.com.tr/zeytinyagli-yiyemem-turkusu/Blog/?BlogNo=414577